Genç Tasavvufçuları Destekleme ve Geliştirme Derneği’nin katkılarıyla düzenlenen Melek Dörtbudak Hanımefendi’nin güzel sohbetiyle gerçekleşen “Şiir ve Hayat” programı şiirin gönüllere şifa olduğunu gösterdi.

Söze “Bismi’llâhirrahmanirrahîm” diyerek başlayan Dörtbudak, şiir ve hayat kavramlarını açıkladı:

“Şiir duygu ve heyecanları, güzellikleri, seslerin uyumundan ve ahenginden faydalanarak etkili bir şekilde anlatma sanatıdır. Bu sanat yoluyla verilen edebi esere şiir diyoruz. Şiir ölçülü ve uyaklı olabildiği gibi serbest bir şekilde de yazılabilir.

Bizim için hayat iki nefes arasıdır. Doğarken Hayy diye aldığımız nefesi, ölürken Hû diye teslim ettiğimiz zaman sürecidir. İnsan hayatının belli sınırları ve çerçeveleri vardır. Doğum ile ölüm arasında çizilmiştir bu çerçeve. Şairlere şiirler yazdıran o hayat içerisindeki tecrübelerdir.”

İnsanın duyguların ve birikimlerin ürünü olduğunu, kendimizi bir banka kasası gibi düşündüğümüzde ne biriktirirsek onu harcadığımızı dile getiren Dörtbudak, pek çok bestelenmiş şiiri olan daha çocuk yaşlarımızdan beri dinlediğimiz Yunus Emre’yi dillendirdi:

“Yunus şiirini halk dilinde söylemiştir. Herkesçe anlaşılmak istemiştir. O, 800 yıl öteden beri mana içine mana, duygu içine duygu bohçalayıp sarıp sarmalayan şiirler söylemiştir. Yunus için şiir ebedi varlığa açılan kapıdır. Aslında Yunus O’ndan alır, O’na verir. O’nu söyler, O’nu dinler. O’nun söylediği de O’nu söyleten de hep O’dur. Yunus, buğday için yola çıkıp himmet deryasına kendini vakfetmiş ve nereden geldiğini sorgulayıp, nereye gideceğini öğrenmeye çalışarak hayatını geçirmiş bir derviştir. Cahiller aşk için ne kadar üç harf, beş nokta dese de Hazreti Yunus onu tevhit ile birlemiştir. Çünkü onun gönlünde aşkın yazılışındaki harflerin bile ayrılığı birliğe manidir. O hep hayatın içinde Yaradan’ın himmetiyle der ne derse. Çünkü Allah her şeyi nasıl ki bir kural üzerine yaratıp bina etmişse şairlere de şiiri ilham dediğimiz hal yazdırır gönlümüze fısıldayarak.”

Dörtbudak hemen hemen aynı çağda yaşamış Yunus gibi gönüller sultanı Hz. Mevlânâ’yı anlatarak konuşmasına devam etti:

“Yunus gibi Hz. Mevlânâ’da Hakk aşkıyla yanıp tutuşmuş hakikat arayıcısı mana erlerindendir. O da Yunus gibi kelimelerin verdiği güvenli, incelmiş duygu ve zarafet ürünü şiirlerin ışıldattığı bir limana sığınmıştır. O da doğumundan bu âlemden göçene kadar yaşadığı her anın her olayın aşkın vahasına ulaşmak için birer vasıta olduğunun farkındadır. Bütün gayreti ve çabası, çektiği çileler, ayrılıklar sırf aşk içindir. Şemse duyduğu yakınlık, Şems gittikten sonra çekmiş olduğu hasret, özlem O bir tek varlık içindir. Aslında hepsi O bir olanın, mutlak varlığa duyulan aşk ve vuslat arzusunun tezahürleridir. Yoksa Mesnevî gibi, Dîvân-ı Kebîr gibi güzel bir şiir kitabı ve şiirsel yazılmış mektupları bugüne kadar kalabilir miydi? Nesilden nesile ulaşan zaman ve mekânlar arası seyahat etmeye devam eden eserler verebilirler miydi?”

Yazılan her güzel şeyin yaşadığımız hayatı ve yaşadığımız zamanın kokusunu kendinden sonraki zamanlara yosun tutmadan ulaştırdığı söyleyen Dörtbudak, Yahya Kemal Beyatlı’nın şiire bakış açısını aktardı:

“Ona göre şiir kalpten geçen bir hadisenin lisan halinde tecelli edilişidir. Deruni ahenk ile ifade edilmişse şiirdir. Fakat hissedilmeksizin yalnız vezin ve lisan maharetiyle söylenen söz, şiir olamaz. Kalpten gelmeyen içimizi ısıtmayan, duygularımıza dokunmayan sözler ne kadar ustalıkla söylenip yazılırsa yazılsın asla şiir olamaz. Şiirde nefes ve ses iki temel öğedir. Dize ister hafif perdeden olsun, ister gür olsun kulağı bir ses gibi doldurmazsa şiir değildir. Şiir sadece orijinal hayallerle, güzel duygularla ve birtakım tespitlerle yazılamaz. Şiir aynı zamanda bir dil bir söz sanatıdır. Dil içinde dil yaratma işidir. Leyla dediğimiz zaman bizim şiirlerimizdeki Leyla’ya gider aklımız. Çünkü şiirde Leyla ile ilgili bir literatür oluşmuştur.

Yahya Kemal şiirde duygu ve mana birlikteliğinden yanadır. Madde ve mananın birlikteliği gibi, insanın ruhu ve bedeni gibi biri olmadan diğeri bu âlemde hüküm süremez. Tek kanatlı bir kuş nasıl uçamazsa manadan ve duygudan yoksun bir şiirde asla şiir olamaz.”

Şiirin hayatı incelikle yaşayanlara lütfedilmiş bir sanat olduğunu, onun için dinimizi ince ve zarif yaşamayı kendine şiar edinmiş tasavvuf erbabı dediğimiz insanlardan çok şairlerimizin çıktığını belirten Dörtbudak, tasavvufun ruhuna işleyen şiirlere ve şairlere değindi:

“Anadolu literatürüne girmiş şairlerin yüzde sekseni tasavvuf erbabıdır. Bu bilgi bile bize hayatın şiire ne kadar katkı sağladığı konusunda bilgi verir. Ehli tasavvuf yani gönül adamı, diğer insanımıza nazaran olaylar ve yaşamlar ile ilgili daha iyi empati kurabilen insan demektir. Daha merhametli ve daha sevgi doludur. Geldiği yeri bilip gideceği yeri öğrenme gayreti içerisinde olan insanlar zümresidir. Anı yaşamayı ve ıskalamamayı hedefleyen İbnü’l-vakt dediğimiz tabire uygun yaşayan dervişler, öğrencilerdir. Daha çok duygu insanlarıdır. Onun için esas olan menzile varmaktan çok yolda bulunmak, yolculuğu güzelliklerle süslemektir. Hal böyle olunca dervişçe yaşayanlardan çokça şairler çıkmıştır.”

Çocukluğunu ve yaşadığı güzellikleri anlatan Dörtbudak, yüreklere dokunan şiirlerinden örnekler verdikten sonra sözlerini nihayete erdirdi:

“Bugüne kadar emeği geçen bütün şairlerimize, sanatçılarımıza bu âlemde olanlara selam olsun, bu âlemden göçenlere rahmet olsun. Hepsine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Çünkü bizlere çok büyük bir miras bıraktılar. İnşallah onlar gibi biz de geleceğe güzel şeyler bırakabiliriz.”

Sayın Mehmet Veysi Dörtbudak Beyefendi’nin gönüllere hitap eden ses tonuyla okuduğu şiirin ardından sözü Genç Tasavvufçuları Destekleme ve Geliştirme Derneği’nin Başkanı devraldı:

“Şiir ve hayat hakikaten insanın kalbine dokunan değerlerdir. Her insan bir değerdir. Her insan Cenâb-ı Hakk’tan aldığı kıymetiyle birlikte dünyaya gelir. Varımız yoğumuz değerin şükrünü ziyade eyleyebilmektir. Onu da yapabilmek için sığınacağımız mahal bellidir. O’nun rahmetine sığınacağız. Bunu layığıyla yapabildiğimiz takdirde içimizdeki o değer bütün süsleriyle, incileriyle, mercanlarıyla su yüzüne çıkıyor. Hiç ummadığınız vakitlerde, şiirle ya da şairlikle işiniz olmadığı halde bir bakıyorsunuz bir akış gelmiş. O Mevlama duyduğunuz muhabbetin ve hayattaki bazı hadiselerin sizin kalbinizde uyandırdıkları o güzelliklerin tesiriyle muazzam satırlar düşüyorsunuz beyaz kâğıdın üzerine. Tabi ki onlar bize ait değildir. Bu harflerin ve ansızın cuş ile gelen o satırlarında sahibi Mevlam’dır. Biz onun değerini ihya edebildiğimiz takdirde hayata gerçekten bir katkımız olur.”

Dostluğun hakkını veren kıymetli gönül dostlarımız Melek Sultan Hanımefendi ve Mehmed Veysi Dörtbudak Beyefendi’ye can-ı gönülden şükranlarımızı sunarız.

Aşk ile…