Medeniyet Üniversitesi’nde düzenlenen Sosyoder Seminerleri kapsamında, Prof. Dr. Beylü Dikeçligil Hanımefendi’nin, “Sosyal Bilimlerde Ontolojik Öncül Olarak İnsan” isimli seminerine Dil-i Halvet ekibi olarak katılımda bulunduk ve benzersiz bir sohbete tanık olduk.

Dikeçligil konuşmasına insan tanımları ve sosyolojiye olan etkisine değinerek dikkat çekici bir giriş ile şunları dile getirdi;

“Biz kendi tarihsel sürecimizde insan nedir onu irdelemek zorundayız. İnsanı daha iyi anlayabileceğimiz ontolojik tasavvurumuzda kendi tarihsel gelişim sürecimizin bize getirdiği bilgi ile bunu inşa etmek zorundayız. Biz bunu yapabilirsek sosyolojimiz daha üretken daha verimli olur ve bizler dünya sosyolojisine katkımız olabilecek hale geliriz.”

“Batı; ruh ve beden ikiliği içerisinde insanı tasavvur ederken bizde ise insan, ruh, nefs ve beden iç içeliği ile tasavvur edilir. Birisi ikilik tanımı yaparken; geleneğimizin tasavvurunda hepsi içiçe, hepsi birbirine yuvalanmış, birbiri içine geçmiş… Bunları birbirinden ayırt etmek, parçalara ayırmak çok zordur. Bizde tasavvuf geleneği bir gelenek olarak; ince ince bunların hepsini işlemiştir.”

“Nefsi tanımanın ilk şartı; bizi sevgi ile yaratanın yap ve yapma dedikleri hususları bilmektir.” diyen Dikeçligil bir iyilik yaparken dahi beklentisiz olmaktan bunun karşılığını bekleyerek değil sadece Yaradan için yapabilir olabilmekten bahsetti.

“Eğer Allah’ı hoşnut etmeye niyet ettiyseniz o zaman sadece siz ve O kalırsınız. Öbür türlü ben ve sen varım. Rasyonel insanda hep ben ve sen vardır… Ben’ler ve sen’ler birbiri ile çatışıyorlar. Peki, ben sen çatışması içerisinde insan bir iyilik yaptığında bu Allah’ı hoşnut eder mi?” sorusunu kalplerimize yönelten Dikeçligil insanın Allah’a karşı samimi ve dürüst olmasını ve her şeyi O’nun rızasına yönelik yapması gerektiğini belirtti.

Ardından nefs, ruh ve beden arasındaki ilişkiye değindi;

“O zaman işte insan, nefs boyutunu tanıyabilmesi için yap denilenlerle yapma denilenleri rızayı gözeterek davranmak zorunda… İnsan kendisini yavaş yavaş tanır ve bilgilendikçe de ruh, nefs ve beden iç içeliğinin ne anlama geldiğini kavramaya başlar… Burada nefs mertebeleri yani nefs katlarının bilgisi son derece önemlidir. ”

Nefs dediğimizin, nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mutmainne gibi birçok katı içerisinde barındırdığını ve en alt katın esvel-i safilin olduğunu dile getiren Dikeçligil, bu tür bilgilerin insanın kendisi için bilinmesinin önemini vurguladı.

“O zaman insanın kendini tanıma süreci bilgiyle devam ettikçe, o bilgiyi duygu, düşünce ve davranışlarında yaşadıkça insan yeni şeyler öğrenecektir.”

İnsanın gelişim sürecinde yegane yaklaşım noktası teslimiyeti şu sözlerle dile getirdi;

“Teslimiyet demek hiçbir şey yapmamak değildir. Hayatta olup bitene duygusal ve düşünsel itirazı bırakmaktır fakat gerekeni de yapmaktır.”

Nefsin bir arzu temeli olduğunu dikkat çekici sözleriyle anlattı;
“Nefs dünya ilgimizdir bizim. Ölümden korkan tarafımız… Çünkü nefs sadece bu alanı biliyor. Nefs alemi-i halktan yaratılmıştır. O yüzden dünyaya çok düşkün tarafımız nefs… Ölümü istemeyen, ölümden korkan hep burayı isteyen tarafımızdır. Fakat hayatta kimsenin her istediği olmuş değildir.”

Hayatın içinde bir oyun hissettiğimizde onun nefsani bir işlem olduğunu perdelerin önündeki engellerin ayıklanması gerektiğini ve insanın içindeki İnsan-ı Kamil potansiyelinin ortaya çıkmasını kendini tanımaya bağlayan Dikeçligil, düşünce ile ilgili şu sözleri dile getirdi;

“Düşünceler çok önemlidir. Düşünceler duygularımızı biçimlendirmede çok önemli bir etkendir. Aslında insan duyguları içinde duygularıyla yaşar. Nefsin de duyguları ve hazları var. Ama nefsin duygularını kontrol etmek içimizdeki o ahsen-i takvim üzere olan insan-ı kamil düzeyine ulaşmak için nefsin hazlarından yani duygu hallerinden çer çöpü; önündeki engelleri kaldırdıkça insanın ruhu, duygu halleri daha çok letafet kazanıyor. Bu yolda ilerlemiş olan insanlar çok basit bir hayat yaşıyor, büyük problemlerle karşılaşıyor ama her zaman engin bir duygu halindedirler. Belki içinde çok coşkuludur ama belli etmiyordur. İnsanlar nefsini yoluna koydukça duygusuz ve hiçbir şeyden haz almayan bir insan gibi yaşayacağını zannediyor. Halbuki insanın duyguları letafet kazanıyor o yüzden diyor ya Yunus Emre cennet dediğin üç beş tane huri… İsteyene ver diyor maddeyi…Duygular bu kadar önemli ve bunlar da düşüncelerden kaynaklanıyor. Öfke stres kaygı her türlü olumsuzluk yaratan düşüncelerinizi düşündüğünüzde işte o zaman bilin ki nefs sizi ele geçirmiştir.”

Muazzam sözler ile düşünceyi kelimelere döktükten sonra ân’ın ne denli önemli olduğunu an’daki zuhura gelmiş cümleler ile aktarıyordu şimdi de;

“Düşüncelerimizde bizi kontrol eden değiştiren dönüştüren o olumsuz düşüncelerden kontrolü bizim ele geçirmemiz lazımdır. Düşüncelerinize dikkat edin, hep geçmiş ve geleceğe aittir. Bunlar hep sıkıntı veren şeylerdir. Çünkü nefs hep geçmiş ve gelecekte var… Anda yok… Neden anda yok? Çünkü anda Hakk tecelli eder. Bunun üzerine bir düşünün… Siz anda kaldığınızda ne oluyor kalbinize yöneldiğiniz o anda… Kalp de Allah’ın tecelligahı dile geliyor… Onun için geçmiş ve geleceğe ait kaygılara, üzüntülere, beklentilere ait düşünceleri susturmalıyız. Susturduğumuz zaman hiçbir şey düşünmediğimiz an, andayız. Ve kalbimize de yönelip ne söyleyeceksek ona söyleyelim.”

Kalbimize yöneldiğimiz an geçmişin silindiğini ve kalanın sadece Varlık olduğunu hissetmek, Gül yüzlü gülen bir sevgilinin tebessümüne hayran hayran bakmak gibi bizi olumlu düşüncelere sevk edecektir.

Bu gönül dolusu anlamlı seminer için Sayın Prof. Dr. Beylü Dikeçligil Hanımefendiye teşekkürlerimizi sunar, nice seminerlerin deminde buluşmayı niyaz ederiz.

Aşk ile…